Sivil toplum örgütleri, erken uyarı mekanizmasıdır.
Eğitimde yanlış bir karar alındığında öğretmen dernekleri ve sendikaların, sağlıkta bir sorun çıktığında tabip odalarının, tarımda üretici sıkıntıya düştüğünde birliklerin ve kooperatiflerin, ticarette haksızlık yaşandığında odaların ve birliklerin, ekonomide kriz kapıya dayandığında meslek kuruluşlarının uyarı görevini üstlenmesi gerekir.
Ayrıca bu yapıların, toplumu ve devleti bilinçlendirme görevi vardır. Zaten kuruluş amaçlarının en temelinde bu sorumluluk yer alır.
Unutulmamalıdır ki, tüm sivil toplum örgütleri tüzük gereği kuruluş amaçlarına hizmet etmek zorundadır. Eğer bu görevler yapılmıyor, toplum bilinçlendirilmiyor, çözüm üretilmiyor ve kurumlar sessiz kalıyorsa; orada yöneticiler kendi çıkarlarını öne çıkarıyor demektir. Bir alanın sorunları devam ediyor ve çözümsüz bırakılıyorsa, orada mutlaka bir ihanet vardır.
Ne yazık ki bu mekanizmalar bilinçli şekilde felç edilmiştir.
Sivil toplum örgütlerinin başına; kolay kontrol edilen, liyakatsiz, koltuğunu şahsi çıkarı için kullanan, makamın sağladığı güç dışında hiçbir dayanağı olmayan kişiler dolmuştur.
Üstelik birçok sivil toplum yöneticisi, yönettikleri kurumları milletin çıkarı için bir görev alanı olarak değil; siyasete atlamak veya bağlı oldukları güç odaklarına hizmet etmek için bir basamak, bir atlama tahtası olarak görmeye başlamıştır.
Böylece toplumun ve bulundukları örgütlerin kendileri tarafından sesi susturulmuş, temsil görevi ihanetle yer değiştirmiştir.
Tüm bunlar olurken, boşluğu en iyi kullananlar küresel şirketler olmuştur.
Yerel üretici desteklenmeyince, küçük ve orta ölçekli işletmeler güçlenmeyince, tüketim ve üretim dengesi dışa bağımlı hale gelmiştir. Bu tabloyu fırsat bilen küresel şirketler, ülkenin pazarına hakim olmaya başlamış, böylece küresel şirketler daha da güçlenmiştir.
Ortaya çıkan sonuçlar herkesin gözünün önündedir:
– Sağlıkta yanlış politikalar yüzünden hem doktor hem hasta mağdur oldu.
– Tarımda üretici perişan olurken, tüketici de pahalıya ürün aldı.
– Eğitimde nitelik düştü, milyonlarca genç geleceksiz bırakıldı.
– Ticarette küçük esnaf ezilirken, yabancı zincirler büyüdü.
– Ekonomide devasa açıklar oluştu, halk enflasyon altında ezildi.
Normal şartlarda sivil toplum, bu gidişata “dur” der, toplumu bilgilendirir, çözüm önerileri sunardı.
Ama sessizlik hakim olunca, yanlış kararlar sorgusuz sualsiz uygulandı ve fatura doğrudan millete kesildi.
Bugün bu tabloya sessiz kalan ve koltuklarını siyasete giden bir merdiven gibi kullanan sivil toplum yöneticileri, sadece görevlerini ihmal etmiş olmaz. Bu tavır aynı zamanda Türkiye’nin sağlığına, eğitimine, tarımına, ekonomisine ve geleceğine karşı açık bir ihanettir.
Türkiye’nin asıl amacı; milli olanı, yerli olanı ve yöresel olana sahip çıkmak olmalıdır.
Bunun için yalnızca korumak yetmez; aynı zamanda desteklemek, büyütmek ve dünya ölçeğinde rekabet edebilir hale getirmek şarttır.
– Tarımda: Anadolu’nun verimli toprakları, yerli tohum ve üretici kooperatifleri güçlendirilmeli, çiftçi ithalata mahkum edilmemelidir.
– Sanayide: Küçük ve orta ölçekli işletmeler, inovasyon ve teknolojiyle desteklenerek büyütülmeli, Türkiye’nin üretim gücü dışa bağımlılıktan kurtarılmalıdır.
– Ticarette: Yerli esnaf ve işletmeler korunmalı, yabancı zincirlerin pazarı ele geçirmesi engellenmelidir.
– Eğitimde: Milli değerlerle donatılmış ama çağın ihtiyaçlarına cevap veren bir gençlik yetiştirilmeli; Türkiye’nin beyin gücü dışarıya akmamalıdır.
– Sağlıkta: Kendi ilaç ve tıbbi cihaz üretim altyapısı güçlendirilmeli, halk sağlığı küresel şirketlerin insafına bırakılmamalıdır.
Türkiye’nin önünde temel hedef; tüm bu alanlarda milli çıkarlarını savunarak tam bağımsız bir gelecek inşa etmektir.
Çünkü bağımsızlık sadece siyasi alanda değil; ekonomide, kültürde, eğitimde ve üretimde de tam olarak sağlandığında gerçek anlamını bulur.
Türkiye’nin geleceği, ancak bu anlayışla güvence altına alınabilir.
Taş Kırılır, Tunç Erir, Ama Türklük Ebedidir!
Büdingen
Volkan Aydın